Tülay KORKMAZ'ı Yakınları, Yoldaşları Anlatıyor:

 

 

Cephe, Tülay'ı Anlatıyor:

 

Tülay, gençliğin ve kadınların temsilcisi olarak kızıl bantını kuşanmıştı bu direnişte.

Gençti, 25 yaşındaydı, yani o çok kullanılan deyimle, ömrünün baharında.

Ömrünün baharını sundu halkının ekmek ve adalet kavgasına.

Genç bir kızdı, düzenin “gelecek” adına “kendini pazarlayıp iyi bir koca bulmayı” öğütlediği genç kızlarımızdan biriydi. O bu imkana sahipti de, ama bu öğüde uymadı. Halkımın değerleriyle yaşayacağım, halkım için savaşacağım diyen genç kızlarımızdan biri oldu.

 

Her zaman direngen: yaşamda, işkencede, hapiste

Tülay Korkmaz, 11 Mayıs 2001’de Kartal Özel Tip Hapishanesi hücrelerinde ölüme yattı. Dördüncü Ölüm Orucu Ekibi’ndeki Ölüm Orucu savaşçılarından biri olarak “Ya zafer, ya ölüm!” kararlılığıyla sürdürülen yürüyüşte bayrağı devraldı.

Tülay Korkmaz, 19 Aralık’ta Ümraniye hapishanesindeydi.

İşkencelerle Kartal hücrelerine getirilip atılmıştı.

Ve Tülay Korkmaz, ölüm orucunun 130’lu günlerinde durumunun ağırlaşması nedeniyle hastaneye kaldırıldı. Yaklaşık iki aydır hastanelerde zorla müdahale işkencesi altındaydı.

Tek başınaydı işkenceciler ve Mengeleler karşısında.

O daha önce de tek başına karşı karşıya gelmişti işkencecilerle. Defalarca gözaltına alınmış ve hiç birinde işkenceciler karşısında diz çökmemişti.

Dışarıda, illegalitede mücadeleyi sürdürürken de zorluklarla, yokluklarla tek başına başetmek zorunda kaldığı çok olmuştu. Ama yine hiç pes etmemiş, birer birer aşmıştı her engeli.

 

Ahlakıyla, kültürüyle, iradesiyle yeni insan, yeni kadın

Düzenin resmettiği kadın tablosunun tersiydi o: Güçlü bir kadındı. Yaratıcıydı. Dünyanın yükünün altına tek başına girebilen, tek başına zalimlerin karşısında direnebilendi.

Halkın kavgası, güçlü, direnen, yaratan, düşmanına vuran kadını yeniden yaratıyor.

Kurtuluş savaşındaki gibi “istisna” da değil artık direnen ve savaşan kadınlar.

Düzenin kadına ördüğü barikatlar yıkıldı çoktan.

Tülay’lar, Fidan’lar, Gülsüman’lar, Sevgi’ler, Zehra’lar ona son darbeleri vuruyorlar.

30’u kadın, 81 şehit verdik bu direnişte.

30 güçlü kadın. 30 direnen kadın. 30 hesap soran kadın. 30 boyun eğmeyen kadın.

Onların kitaplarından evdeki baskıya da, zulmün baskısına da boyun eğmeyi silmiş kadınlar. Onlar ülkemizdeki onmilyonlarca kadının önderi. Onlar kadınlarımızın onuru.

Direnişimizin kadın kahramanları onlar.

 

(Yukarıdaki anlatım, DHKC Basın Bürosu'nun 19 Kasım 2001 tarihli, 226 No’lu açıklamasından alınmıştır.)

 

***

 

Bir yoldaşı: Bizi bekleyenleri’ biliyordu

 

“Ben devrimcilik yapmak istiyordum. Özellikle devrimci tercihlerim bu süreçte 96 Ölüm Orucuyla netleşti diyebilirim.”

Tülay Korkmaz bunları söylediği zaman Çukurova Üniversitesi hemşirelik bölümü öğrencisiydi. O, oligarşinin öğrencileri derslerle ve gelecek kaygısıyla boğma politikasına direnebilmiş, ülkede yaşananlara gözlerini kapamamış, yaşamı, acı çeken halkı ve devrimcileri anlamaya, öğrenmeye çalışmıştı.

Ekonomik sorunları fazla olan birisi değildi. Yetiştirilme koşulları son derece rahattı. Hatta ailesi ona bu düzende belli imkanlar da sunacak durumdaydı. Ama Tülay Korkmaz, sunulabilecek imkanlara, düzen içinde rahat yaşayabileceği herşeye sırtını dönerek, daha zor olan ama daha onurlu olan, daha gerekli ve zorunlu olan bir yaşamı tercih etmiştir.

Daha zor olanı; yoklukların, zor koşullarda ve polis takibinde bir yaşamı tercih etmiştir. Bu yaşamı seçerken o da gönüllüydü elbette. Çünkü devrimcilik gönüllülüktür. Bizi “bekleyenlerin” ne olduğunu az çok biliriz. Devrimciliği tüm bunlara karşın, bunları da göze alarak tercih ederiz. Tülay da bu tercihi her devrimci gibi yapmıştı. Onun tercihinde kendisinin de söylediği gibi, 1996 Ölüm Orucu’nun etkisi belirleyiciydi. Aslında devrimciliğe yakınlığı ondan öncedir. Mesela, 1996 ölüm orucundan önceki yıl, Adana’da 1 Mayıs’a katılmıştı ve orada da tercihi Cephe’nin korteji olmuştu. 96 ölüm orucu bu anlamda onun hem devrimcilik, hem Cephe tercihini kesinleştiren bir dönemdir diyebiliriz.

Ölüm Orucu ile devrimci tercihleri netleşen Tülay, bundan 5 yıl sonra büyük direnişte Ölüm Orucu direnişçisi oldu..

 

***

 

“Yaparım, öğrenirim” güven ve iddiasını taşımıştır.

 

Mütevazı ve emekçiydi. Aldığı görevleri sessiz, sakin kimsenin gözüne sokmadan, kimse ile didişmeden yapar. “Bakın bunu ben yaptım, yapıyorum”diye göstermez hiç. Pratikti. Ve güven veren bir yanı vardı. İş yaparken yapabilir miyim güvensizliğine düşmeden, sağa sola sıkıntı aktarmadan, bazan deneyerek, bazan sorarak yapardı yapması gerekeni. Yani yaşam içinde olumlulukları ağır basıyor.

Bazen insanları, özellikle de belli görevleri olanları idealize ederdi. Bir çoğumuzun belli zaafları taşıyarak geldiğimizi gözardı edip, bu insan gerçekliğinin dışında insanlar beklerdi... Ama bu yanını da giderek görmüştü. Çünkü şunu net olarak diyebilirim ki, olaylar üzerinde düşünen, kafa yoran özellikleri vardı. Keza kendine yaklaşımında da cesurdu. Kendinde değiştirilmesi gereken yanları keşfettiğinde veya bu yanları ona gösterildiğinde, gurur sorunu yapmıyor, değiştiremem gibi bir ruh haline girmiyor, tersine doğallığı içinde değiştirmeye çalışıyordu...

Yoldaş sevgisi bazen onda bir liberalizme dönerdi. Çünkü kimseye hayır diyemezdi kolay kolay. Bir çok görevi o pek düşünmemiştir, ama görev verildiğinde de “yaparım, öğrenirim” güven ve iddiasını taşımıştır.

 

***

 

Ümraniye Direnişini Anlatan

Canım Feda Adlı Kitaptan

 

Tülay, Ümraniye’de haftalık yazı yazan grubun üyelerinden biriydi. Ümraniye’nin en yaşlılarından Veli Dayı (Güneş) de grubun bir diğer üyesiydi. İkisinin birlikte bu görevi yapması hem ilginç, hem öğreticiydi... Tülay üniversitelidir, Veli Dayı ise deyim yerindeyse 'halk üniversitesi”nden mezundur. Kelimenin gerçek anlamıyla bir halk aydınıdır. Bilgi küpü değil, bilgedir. Politik makalelerini, devrimci teoriyle bütünleşen halkın sezgi ve tecrübeleriyle yazar. Ve çoğu kez yazılarını daktilo eden arkadaşlarla tatılı sert tartışmaları olur.

Çünkü daktilocu tutsak, yazıdaki cümlenin yapısına itiraz eder. Bunun entelektüel bir dil olmadığını söyleyerek, Veli Dayı'yı kızdırır. Veli Dayı'nın cevabı hazırdır: “Ben entel değilim zaten, ne diyorsam onu yaz çocuk!”

Üniversiteli Tülay ile Veli Dayı'yı aynı masa etrafında buluşturan, bir halk hareketi olarak Cephe'nin varlığıdır elbette. Bu sayededir ki, burjuva ilişkilerden gelen Tülay'la, feodal ilişkilerden gelen Veli Dayı aynı kavgada mücadele ediyorlar. Ki gündemde olan teslimiyet saldırısının yöneldiği de, bir yanıyla bu gerçekliktir zaten. Ama şimdi, hem Tülaylar hem de Veliler, bu teslimiyet saldırısına karşı ölümüne bir direnişin gönüllüleri arasındadırlar. Onlar, bu toprakların sosyalistleri olarak, halkın özgürlük özlemine, devrimci halk hareketine yönelen saldırıyı en önde göğüslemeye hazırdırlar...

(Canım Feda, Ahmet İbili, syf. 72)

 

Geri